Tarih kokan, baktığınız her yönde tarihi yansıtan, tarihin canlandığı bir şehirde bulunmak veya böyle bir şehri ziyaret etmek tarifsiz bir haz verir medeniyet düşkünlerine. Eserlerde her türlü incelik ve zarafetin ve ruh güzelliklerinin yaşatıldığı ve nice zarif, bey efendi insanların gelip geçtiği caddelerde dolaşmak sizi geçmişinize götürür.
Dedelerimiz şanslı insanlardı. Kendi gök kubbelerini ören medeniyetlerini bir bölümü harabeye dönmüş de olsalar tanıma imkânı buldular. Kendi gök kubbelerini aşk ve şevkle ören değerli büyüklerinin terbiyesine ulaştılar.
Gerçi dedelerimiz kendi dedeleri kadar nasipli değildi şüphesiz. Onların dedeleri daha büyük nasibi tattılar. Gök kubbemizi oluşturan ve diğer medeniyetlere karşı her biri eşsiz değer olan öğeleri yaşamak, hissetmek müthiş bir ayrıcalık olsa gerek.
Dede Efendinin eserini Dede Efendiden dinlememek, mesneviyi bir Mevlevî dergâhında dinleyip semaya katılmamak, Fuzuli’nin şiirini, Nabi’nin naa’tını anlayamamak, Kadirinin devranını, Nakşî’nin aşk ve muhabbetini, Mimar Sinan’ın sanatını müşahede edememek şimdiki nesillerin en büyük nasipsizliklerinden olsa gerek.
Yüz yıllardan beri medeniyetler bir birileriyle hem yarışıyor ve hem de savaşıyor. Bu uğurda amansız bir mücadele var. En insani anlayışı geliştirebilen medeniyetler binaları harabeye dönse, sofralarında ekmek azalsa bile hep güçlü, hep alternatif, hep özlem duyulan olmaya devam ederler. Zira Sultan Ahmet Camiinin taşını yontan ustanın çekicinden tık tık sesi çıkarken gönlünde de o sese uyumlu Allah zikri devam etmiştir.
Gülde Efendimizi gören gözler, lalede Allah’ı görmüşler, nakkaşlar laleyi Allah aşkıyla, gülü Efendimiz aşkıyla işlemişler eserlerine. “Mümin kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir “diye buyuran Âlemlerin Sultanı’na gönül verenler öyle dertler edinmişler ki; göç eden kuşlara, yaralı hayvanlara, evin eşyasını kıran hizmetçilere, çeyizini hazırlayamayan gelinlik kızlara… Hizmette yarış etmişler. Hacı Bayramı Veli gök kubbemizi ve gönül ufkunu örenleri anlatırken şöyle demiş:
Şakirtleri taş yonarlar,
Yonup üstada sunarlar,
Mevla’nın adın anarlar,
Ol taşın her paresinde.
Hiç şüphesiz bizim gök kubbemiz aşk, sevgi, incelik, zarafet, hizmet, hüzün ve tevazu medeniyetinin oluşturduğu bir gök kubbedir. Bu gök kubbede alın teri, göz nuru, gönül meyvesi, hep daha ileriyi hülyalayan “kızıl elma”nın hasreti vardır.
Ama bugün bu gök kubbenin yaşayanları bu gök kubbeden haberdar değil. Bilmiyor kendi değerlerini, anlamıyor kendi ariflerini. Şairin:
“artık yolunu bilmiyor,
artık yolunu unuttu,
ayaklarımız.” dediği gibi rotada değişikli var. Yahya Kemal de ne güzel ifade etmiş:
“Musikimizi anlamayan, bir şey anlamaz bizden.” Anlamayınca olsa gerek biz yeni nesiller ucube müziklerle avunuyoruz. Onun için olsa gerek Hacı Bayramı Veli yine şöyle demiştir:
Bu sözümü arif anlar,
Cahiller bilmeyüp tanlar.
Hacı Bayram kendi banlar,
Ol şarın minaresinde.
Son yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü vakıflar haftasını “ vakıf medeniyeti” adı altında çok güzel etkinliklerle canlandırıyor. Bir yandan kadim medeniyetimizin eserleri tekrar onarımdan geçip hayatiyet kazanırken, öbür yandan da medeniyetimizin ruhunun canlandırılması, kadim medeniyetimizin neşesini tadamamış yeni nesillere anlatılması çok önemli bir vazifedir.
Edirne Mimar Sinan Vakfı olarak biz de bu organizasyonda yerimizi alıp değişik etkinliklerin yanında cana can katan mehter takımını Selimiye meydanında vurdurduk. Gök kubbemizde sesler tekrar yankılandı:
(Nasrun minallâhi ve fethun karîb, ve beşşiril mû’minîn)*Saf Suresi: 13. Ayet.
Yazarın diğer yazıları:
TA ARŞA ÇIKAR HER GECE ÂŞIKLARIN ÂHI!
GÜL MEVSİMİ!
ZÜBDE-İ ÂLEMSİN SEN!
MEZARIMI YERDE ARAMA!
Sebahattin BİLGİÇ
sebahattinbilgic@gmail.com