ŞUBAT HÜZNÜ
04 Şubat 1926 İskilipli Atıf Hoca (ks)
04 Şubat 2001 Mahmud Es’ad Coşan (ks)
06 Şubat 1919 İsmail Necati Zağferanbolî (ks)
10 Şubat 1911 Hasan Hilmi Kastamonî (ks)
10 Şubat 1918 Sultan Abdülhamid (II) Han
12 Şubat 1984 Mahmud Sami Ramazanoğlu (ks)
16 Şubat 1459 Akşemseddin (ks)
17 Şubat 1871 Şeyh Şamil (ks)
Başlık ile altındaki tarih ve isimlere bakınca hemen anlaşılacağı gibi, tarihler yanındaki isimlerin vefat tarihlerini göstermektedir. Ortak nokta, günleri ve yılları değişik olsa da hepsinin şubat ayında vuku bulmuş olmasıdır.
Yakın veya uzak, biraz tarih kültürü ve şuuruna sahip olanlar için bu isimler mutlaka bir şeyler hatırlatıyordur. Tarih, kültür ve medeniyet dünyasında olduğu kadar toplumun manevi dünyasında da önemli yer tutuyorlar. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen vefatları vesilesiyle veya başka vesilelerle devamlı hatırlanıyor olmaları, zihinlerde canlı kalabilmeleri ve hep iyi duygularla yâd edilmeleri bunun bir göstergesidir.
Arap edebiyatına ait olduğu söylenen bir beyit şöyle diyor:
“Yâdında mı doğduğun günler, sen ağlar idin gülerdi âlem,
Öyle bir ömür geçir ki, olsun mevtin sana hande, âleme mâtem.”
Bu büyük insanlar da şüphesiz doğduklarında ağlamışlar, çevresindekiler ise doğumlarına sevinmişler ve gülmüşlerdir. Öyle bereketli ve faydalı bir ömür geçirmişlerdir ki, bu defa da ölümleri kendileri için mutluluk olmuş ancak kendilerini tanıyanlar, bilenler ve sevenler için hüzün ve matem sebebi olmuş ve olmaya devam etmektedir. Bir diğer ortak noktaları da bu olsa gerek.
Şubat ayında bu dünyadan ayrılan, dolayısıyla şubat ve hüzün kelimelerini yan yana anmayı gerektiren daha başka büyüklerin isimlerini de saymak mümkündür. Ama bir tanesini koyu harflerle yazdım ki O’nun aramızdan ayrılışı şubat hüznüne ayrı bir koyuluk katmaktadır. Sadece O’nun vefatı bile şubatın hüzün mevsimi olmasına yeter de artar. Belki O’nun vefatı olmasaydı şubattaki diğer hüzünleri hatırlamazdık bile.
Şubat… İsmi bile kendisi gibi katı, koyu ve soğuk bir kelime. Kasvet ve hüzün çağrıştırıyor. Aslında hüzün mevsimi deyince sonbahar akla gelir. Hazan mevsimidir. Neşe ve sevinç dolu yaz günlerinden sonra çiçekler solar, yapraklar dökülür, havalar bulutlanır ve kararır. Bununla beraber gönüllere de bir karanlık, kasvet ve hüzün çöker. Ama ardından gelen sert ve soğuk kış günleri, şubatın soğuğu bu kasveti daha da arttırır.
İşte O, bundan tam sekiz yıl önce bir şubat günü sevenlerini yetim bırakıp bu dünyadan göçtü. Dünyanın bir ucunda, Avustralya’da, inandığı gibi yaşarken, yaşadığı gibi göçtü gitti. Biz burada soğuk ve kasvetli bir mevsimi yaşarken güney yarımkürede bulunan Avustralya’da mevsim yaz idi. Kendisi için cıvıl cıvıl, sıcak ve güzel bir yaz günüydü aslında. Sevenleri burada kış mevsiminde hüzne boğuldu ama kendisi kuşkusuz Mevlana gibi bir şeb-i arus mutluluğu yaşadı o güzel yaz gününde. Çünkü O, çağımızın Mevlanası idi.
Yurdundan ayrılmadan önce son yurt içi seyahatlerinden birini Edirnemize yapmışlardı. 1996 yılının kasım ayının son günlerinde, hazan mevsiminin kışa dönmeye yüz tuttuğu, hüzünlerin giderek daha da koyulaşmaya başladığı günlerde gönüllere ılık bir ilkbahar neşesi sunmuştu. Hatta havalar bile O’nun gelişiyle yazdan kalma bir hal alıvermişti.
Şehirlerin, binaların, mekanların şerefi oralardan gelip geçenlerin, oralarda bulunanların şerefiyle doğru orantılıdır. Sultanlar şehri Edirne, O gönüller sultanının ayak basmasıyla şerefine şeref katmıştı. Sinan’ın ustalık eseri Selimiye, O gönüller ustasının orada vardığı secdelerle şereflenmişti. O’nu gören gözlere fer gelmiş, O’nun sesini duyan kulakların ve kalplerin pası silinmiş, O’nun soluklarıyla mevsim bahar iklimine dönmüştü.
Profesör doktordu. Ama bu O’nun dünyalık bir sıfatı idi. Her şeyden önce gerçek bir müslüman ve insan-ı kamil idi. Kişinin bu dünyada mesleği her ne olursa olsun, öncelikli ve en önemli mesleğinin iyi bir müslüman ve Allah’a iyi bir kul olmak olduğunu söylerdi. Hakiki bir insan-ı kamil ve mürşid-i kamil olarak ömrünü iyi müslüman ve iyi insan yetiştirmeye adamıştı.
O’nun ölümü alemin ölümü gibi oldu. Çünkü gerçek bir alim ve irfan sahibi bir Allah dostu idi. Mirasçısı olduğu Hazret-i Peygamber öyle buyurmuştu.
Öylesine Peygamber aşığı, takipçisi ve mirasçısı idi ki ömrü bile Hazret-i Peygamberin ömrünü geçmedi, 63 yaşında Rabbine kavuştu.
Kabr-i saadetlerindeki taşına şu güzel mısralarla tarih düşüldü:
Bir nakşıbend-i âlem seyyid ömür sürerken,
Eyvah, ecel erişti, ayrıldı ruh bedenden.
Âlim idi kerîm hem, râm oldu “irci’î” ye,
Ağlaştı cümle ihvân, mâtem giyindi her şen.
Almıştı şeyhi Zâhid Kotku Efendi’den feyz,
Ol mürşid-i kemâl, hem ol rûh-i pâk-i rûşen.
Cevâmi’ ul-kelim ü sâhipkırân-ı devrân,
Evrâd idi sinanı, ezkârı idi cevşen.
Tarihte bir gider firdevs içre böyle bülbül,
Olur Makâm-ı Mahmud, Es’ad Coşan’a gülşen.
Şükrü Çeşme
Yazarın diğer yazıları: