Nefsi Terbiye, Hizmet, Zikir

          Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin, Vakfımızın Edirne Kaleiçi semtindeki hizmet binasının açılışı için 26-27 Kasım 1996 tarihlerinde Edirne’ye yaptığı ziyarette, Vakfımızda yaptığı konuşmayı, vefatlarının 8. yılı münasebetiyle istifadenize sunuyoruz.

HaberlerDuyurular

          Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin, Vakfımızın Edirne Kaleiçi semtindeki hizmet binasının açılışı için 26-27 Kasım 1996 tarihlerinde Edirne’ye yaptığı ziyarette, Vakfımızda yaptığı konuşmayı, vefatlarının 8. yılı münasebetiyle istifadenize sunuyoruz.

          Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin, Vakfımızın Edirne Kaleiçi semtindeki hizmet binasının açılışı için 26-27 Kasım 1996 tarihlerinde Edirne’ye yaptığı ziyarette, Vakfımızda yaptığı konuşmayı, vefatlarının 8. yılı münasebetiyle istifadenize sunuyoruz.

                                                    Burada İmtihandayız

                                                                 (…)

          Bazıları imtihanın farkında değil ama Alemlerin Rabbi Allahu Teala Hazretleri bizi burada imtihan ediyor. Bizi kontrol ediyor, murakabe ediyor. Her yerde hâzır ve nâzır, her yaptığımızı görüyor. Her işimizi defter-i a’mâlimize yazıyor; şu anda şu günahı işledi, bu anda bu sevabı işledi diye. “Kirâmen kâtibîne ya’lemûne ma tef’alûn (…) İnnâ künnâ nestensehu mâ küntüm ta’melûn.” Cızır cızır meleklerin kalemleri, sevapları, günahları işleri yazıyor. Bunların bir de mahkeme-i kübrâda hesabı olacak. Mizanda tartılması olacak, sevaplar günahlar tartılacak. “Vel veznü yevmeizin il-hakku lirrahmân (…) Fe emmâ men sekulet mevâzînühû fehüve fî ıyşetin râdıyeh, ve emmâ men haffet mevâzînühû fe ümmühû hâviyeh.” Kimin sevapları ağır gelirse, o razı olarak güzel nimetler içinde cennet hayatı yaşayacak, cennete girecek. Günahları çok olan da cehennemde yanacak.

          Cennet, tariflere sığmayacak kadar güzel. Cehennem, beşer aklının idrak edemeyeceği kadar korkunç. Gafiller, cehennemin korkunçluğundan gafil. Cehenneme düşerlerse kaçıracakları nimetlerin, cennetteki lezzetlerin ne kadar hoş olduğundan habersiz. Ama Allah bize lütfetmiş, biz Müslüman kullarız, mümin kullarız. Allah’a inanıyoruz, meleklerine inanıyoruz, peygamberlerine inanıyoruz. Kur’an-ı Kerim’i Muhammed Mustafa’sına indirmiş. Kur’an-ı Kerim bize kadar ulaşmış, okuyoruz, seviyoruz hatmediyoruz, hıfzediyoruz. Biz bunları bilen insanlar olarak çalışıyoruz. Bizim etrafımızda da bunları bilmeyen, bunları düşünmeyen, hayatı başka türlü gören, kafası başka türlü çalışan insanlar var. Sınırın öbür tarafında da kafirler var, gayrimüslimler var. Allah’ın sevmediği inançları benimsemiş, Allah’ın sevmediği duruma düşmüş kullar var. Bizim memleketimizde de var. Bizim memleketimizde de onları görüp şaşıranlar var.

          Büyük Tehlike: Şeytan
 
          Onları görmese bile insan şaşırabilir. Adem Aleyhisselam’ın bir çocuğunu bile –Allahu Teala hazretlerinin hikmeti- şeytan şaşırtmış, kardeşine kızdırtmış, kardeşini öldürtmüş. Yani insanın karşısında, yanında, içinde, dışında dolaşan azılı bir düşman var, kandırabiliyor. Başka insanlar olmasa bile o yeter. Kötü insanlar olmasa bile şeytan kandırabiliyor. Adem atamızı cennette kandırmış, çocuğunu da, öbür kardeşini öldürmek için kandırmış. Demek ki şeytan büyük tehlike.

          Şeytandan Da Büyük Tehlike: Nefis

          Bir de nefis var. Nefis de Allah’ın sevmediği şeyleri isterse, insanın hevâ ve hevesi, şehevat-ı nefsaniyesi onu kötü şeyleri yapmaya sürükleyebiliyor. Oradan da cezasını bulabilir. Haram olan bir şeyi istiyor, yapıyor. Çok feci, çok ayıp, çok çirkin bir şeyi yapıyor. Köyünde başka insanların yüzüne bakamayacak duruma düşüyor, mahallesinde başka komşularıyla konuşamayacak duruma düşüyor. Ama yapıyor işte. Yapacağı zaman da o akıbetini düşünüp ‘kimsenin yüzüne bakamam, dünyada ahirette rezil rüsvay olurum’ demeden, nefsinin ve canının çektiği feci, rezil ve kötü işi yapabiliyor. Demek ki nefis de bir düşman. En büyük düşman, nefsi insanın. Şeytandan da büyük. Çünkü nefsi müslim olursa, mümin olursa, ıslah olmuş olursa, şeytan tesir edemiyor. “İnnehû leyse lehû sultânün alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn.” Mümin kullara, Allah’a mütevekkil kullara, Allah’a dayanmış kullara şeytanın tesiri olmuyor. Demek ki şeytandan da tehlikeli insanın nefsi. Hem de kendi nefsi olduğundan, düşman olduğunu insan anlayamıyor. Nefsin düşman olduğunu anlamak zor. Sırbın Bulgarın düşman olduğunu anlamak kolay da -karşında silahını almış bekliyor, biliyorsun- nefsin düşman olduğunu anlamak zor. Çünkü insanın içinde. Canı bir şey istedi sanıyor, halbuki nefsi istiyor. ‘Canım şunu yapmak istedi, yapayım’ diyor. İnsan canı istediği şeyi seve seve yapar. Canının istemediği şeyi de yapmak istemez. Nefsi bir şeyi istediği zaman kim durduracak onu? Canı istiyor işte. ‘Şu elmayı şu bahçeden kopartayım.’ En basiti bu. Meyve hırsızlığı, erik hırsızlığı. Çocuk yapıyor bunu. Neden? O meyveyi özlüyor, seviyor. Anası tembihlemiştir, ‘Evladım sakın başkasının bahçesinden meyve koparma, erik koparma’ demiş ama işte nefsi istedi, canı istedi diye koparıyor, mesela.

          Çocuk elma koparıyor da büyük yapmıyor mu? Büyük de başka büyük günahlar işliyor. İçki içiyor, kumar oynuyor, zina ediyor. Allah’ın başka haramlarını yapabiliyor. Nefsi, canı istediği için yapıyor. Yani, seve seve yapıyor.

          Dinin Kazanç Kapısı : Nefis Terbiyesi

          Seve seve, içinden böyle coşa coşa duygular geldiği halde yapmamak için çok direnmek lazım. O da tasavvufi terbiye ile, nefsini terbiye etmekle oluyor. Nefsinin arzularına karşı çıkmak için o hususta idman yapa yapa tecrübe kazanmış olmak gerekiyor. Ve biz nefsin arzularına ne zaman karşı çıkıyoruz? Ramazanda karşı çıkıyoruz, oruç tutarak karşı çıkıyoruz. Orada benim mutfağımda kendi helal meyvem var, yemiyorum. Güzel tatlıyı yemiyoruz, suyu içmiyoruz. Helal olan şeyleri yapmama çalışması. Öyle değil mi? Ramazan nedir? Helali bile yememek, içmemek idmanı. Bu bir idman. Bunu insanın hayatı boyunca devam ettirmesi lazım. Yani bir şeyi canı çekse bile haramsa yapmamalı. Bir şeyi canı istemese bile sevapsa nefsini zorlayıp yapmalı. Yani hep nefsiyle zıt. Nefsi bir şey istiyor, yaptırmayacak. Nefsi bir şeyi istemiyor, yaptıracak. Zor bir şey. Kendi nefsine, insanın kendisine bunu yaptırması zor. Ama lazım. Dinin kazanç kapısı bu. Başka çaresi yok.

          Namaza kalkmak istemese bile sabahleyin kalkacak. Edirne’nin soğuğunda abdestini alacak, camiye gidecek. Yatak sıcak. Gece de geç yattı. Uykusu da var. Esneyip duruyor. Ama kalkması lazım. Uykuyu seviyor, yatağı seviyor. Ama camiye gitmesi lazım. Üşüyor, ama soğuk suyla abdest alması lazım. Günahları affettiren bir şey bu. Soğuk havalarda soğuk suyla abdest almak. Kolay değil ama yapacak.

          Bu bizim kendi içimizdeki, kendimizin sevap kazanması için yaptığı bir çalışma. Nefsimiz istese bile günahlı, haram işleri yapmayacağız. Nefsimiz tembellense, istemese, hoşlanmasa bile sevaplı işleri yapacağız. Bu bir. Bu kendimizle ilgili çalışma. Kendimizi kurtarmamız lazım. İmtihanı kazanmamız lazım. İlk önce bunu yapacağız. Bunu yapmak bir iş, güzel bir iş. Hidayete ermek deniliyor buna, doğru yola girmek deniliyor. Adam eskiden şöyleydi, tevbe etti böyle oldu. Adam yanlış yoldaydı, hidayete erdi böyle oldu diyoruz. Kafirdi Müslüman oldu diyoruz. Tamam. Kendisini böyle bir güzel yola sokacak. Salih bir insan olacak. Salih insan, yani şöyle her hali uygun, güzel insan, iyi bir Müslüman olacak.

          Başkalarını Kurtarmak İçin Çalışmalıyız

          Sonra? Bir de başkalarını kurtarmaya çalışacak. İnsan bir konakta yangın çıksa ne yapar? Evvela canını kurtarır, dışarı çıkar. Sonra konağa döner bakar. Ya konakta bebek vardı, çocuk vardı, eyvah çıkamadı filan. Ne yapar? Çocuğu da kurtarmaya çalışır. Veyahut ‘hay Allah şurası yanmadan evvel şu eşyaları da kurtarayım’ der. Kaçırabildiği kadar yangından, hasar az olsun diye yanacak şeyleri kaçırayım der. Müslüman da bu iman yangınından, bu küfür salgınından kendisini kurtaracak, bir de başkalarını kurtarmaya çalışması gerekiyor. Bu çok sevaplı bir iş. Başka insanları da kurtarmaya çalışmak, başka insanları da uyandırmaya çalışmak, başka insanları da salih insanlar olmaya çekmek, başka insanlara da İslam’ı öğretmek, başka insanları da muttaki kul yapmak. Çok güzel bir şey. Çok sevaplı bir şey. Böyle yapan insanlara muslih, ıslah edici kul deniliyor.

          Şimdi, dünyanın gayrimüslim olan milletleri teşkilatlar kurmuşlar. Kuruluşları var, vakıfları var, mektepleri var, teşkilatları var, paraları, zenginlikleri var, yetiştirdikleri mütehassıs insanlar var. Onları her tarafa gönderiyorlar. Bilhassa Müslüman memleketlerine gönderiyorlar. Ve onları kendilerine çekmeye çalışıyorlar. Bozmaya çalışıyorlar. Rusya komünist yapmaya çalışıyor. Avrupa hıristiyan yapmaya çalışıyor. Yani bizi Müslümanlıktan koparmak isteyip kendisine hizmet eden insan haline getirmek için çalışanlar var. Çok kuvvetli çalışanlar var. Hatta İstanbul’daki televizyon kanallarından birisinin papazların elinde olduğunu söylediler. Fener Rum Patrikhanesi’nin olduğunu söylediler. Demek ki yavaş yavaş, yavaş yavaş kendi inançlarını anlatıp halkı kendilerine çekmek istiyorlar.

          Adamın birisi varmış İstanbul’da. Kabadayıymış, efeymiş. Belki kumarbazmış, belki adam yaralamış, belki böyle birçok kusuru olan kimse yani. Dinle diyanetle ilgisi yokmuş. Sonra bir sebep olmuş, pişman olmuş. Birgün kalkmış dosdoğru din adamıdır filan diye semtindeki kilisenin papazına gitmiş. Anlatmış, yani ‘hatalıyım, kusurluyum, iyi insan olmak istiyorum efendim pişmanım’ filan demiş.. Papaz demiş ki, ‘evladım yanlış yere geldin, senin Müslüman bir hocaya gitmen lazım’. Şimdi insanlar o kadar dinden uzaklaşmışlar ki, dine dönmek istedikleri zaman papazın yanına mı gidecek, imamın yanına mı gidecek, hangisi kendisinin gitmesi gereken yer onu bile bilmiyor. Sen bilirsin de, çok normal senin için bilmek. Ama bunu bile bilmeyen var ki yanlışlıkla papazın karşısına gidiyor da papaz diyor ki ‘evladım sen yanlış yere geldin, yani sen Müslümansın, filanca yere git’ diyor. Bu kadar dinden uzak insanlar var.

          Avrupa’da, Amerika’da okumuş olup da Türkiye’ye gelince babası evlendireceği zaman, ‘hadi bir de dini nikah kıyalım’ diye hoca çağıranlar var. Amerika’da okumuş ama bir “eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlühû” demeye dili dönmüyor, söyleyememiş. Hoca nikah kıyacak söyleyin bakalım diyor, gelin-güvey kelime-i şehadet getiremiyorlar. Kelime-i şehadeti telaffuz edemiyorlar. İmamın birisi diyor ki ‘Hocam gusül abdesti alması gerektiğini de bilmiyorlar’. Bak bizim için ne kadar garip şeyler. Kelime-i şehadet getiremiyor, abdest, gusül nedir, cünüp olmak nedir, yıkanmak nedir, bunları da bilmiyor. Halbuki evleniyorlar, evlenecekler. Bu kadar dinden imandan habersiz kalmış insanlar var.

          Olabilir. Peygamber Efendimiz de putperestlerin arasına peygamber gönderildi. Sahabe-i Kiram da dünyanın her tarafına dağılıp gayrimüslimlerin arasına gittiler Müslüman olmayan putperest veya Hıristiyan veya yahudi veya mecusi kavimlerin arasına gittiler. Sabrettiler, tahammül ettiler. Tatlı tatlı Allahın dinini anlattılar, yaydılar. Nerelere gittiler. Medine-i Münevvere’den çıktılar, Semerkant’a gittiler. Semerkant’ta kabri var, ziyaret ettim; Kusem İbn Abbas. Yani peygamber efendimizin amcazadesi. Semerkant’ta kabri. Ebu Eyyüb el-Ensari, Peygamber Efendimizin mihmandarı, evinde misafir etmiş olan şahıs, kabri İstanbul’da. Yani dünyanın her yerine Afrika’ya, Asya’ya, Avrupa’ya kadar yayılmışlar, dağılmışlar. İslam’ı neşretmeye çalışmışlar.

          Şimdi bizim de bir; kendimizi ıslah etmemiz lazım. İki; başkalarını ıslah etmemiz lazım. Bu başkaları yakın çevremizden başlar, kendi ailemizden başlar. “Ve enzir aşîratek el-akrabîn” “Sana daha yakın olan aşiretini İslam’a davet eyle.” Cehenneme düşeceklerinden onları ikaz eyle, ihtar eyle diye ayet-i kerime, Peygamber Efendimize önce yakın akrabasını, aşiretini İslam’a çağırmayı tavsiye ediyor. Biz de zaten onlarla daha senli benli konuşuruz. Daha açık konuşuruz. Hanımlarımıza, kardeşlerimize, çocuklarımıza, amca, dayı, teyze, halazadelerimize, komşularımıza, mektep ve askerlik ve işyeri arkadaşlarımıza İslam’ı anlatmalıyız. Ondan sonra da derece derece cihana anlatmalıyız.

          Dün beni bir elçiliğe, konsolosluğa çağırdılar. Konsolos evine çağırdı akşam. On-onbeş kadar başka ülkelerin konsoloslarını da çağırmış, oturduk. Sonra o çağıran konsolos dedi ki, “Toplanın, parça parça sohbet yapmayalım. Hocamız şeyhtir, nakşibendi şeyhidir, buyurun soru sorun”. Onlar da sordular. ‘Nakşibendilik nedir? Nakşibendilerin sayısı ne kadardır? Bunlar nerelerdedir? Bunların inançları, ibadetleri, itikatları, falancadan filancadan farkı nedir?’ diye çeşitli fikirlerimi sordular, anlattık. Anladım ki bir kitap yazmam lazım. Yani sadece memleketimiz için değil, onlara da faydası olacak, Araplara da faydası olacak. Bir kitap yazmamız lazım İngilizce, Amerikalılara, İngilizlere de, başka milletlere de faydası olacak. Anlatmamız lazım.

          Çocuklarımızı İyi Yetiştirmeliyiz

          Şimdi bunları anlatmak için, tabi çocuklarımızı müslüman, mütedeyyin yetiştirmek gerekiyor. Kendimiz din adamı değilsek, akıllı, fikirli, zeki evlatlarımızı dini tahsil yapacak şekilde yetiştirmeliyiz. Bir de onlara demeliyiz ki ‘Sen Allah’ın dinine hizmet edecek Peygamber s.a.s. Efendimizin yolunda yürüyecek, çok sevaplar kazanacak bir meslek seçtin. Ama burada  iyi çalış, iyi yetiş, ileride çok büyük sevaplı işler yapacaksın’ diye onları yetiştirmeliyiz.

          Hizmet İçin Mekanlar Lazım

          Sonra, işte böyle mekanlar olmalı. Toplanılacak, ders verilecek, İslam’ın anlatılacağı, konuşmaların yapılacağı, büyük alimlerin çağırılacağı, dinlenileceği yerler olacak. Tabi paraya göre, güce göre bunlar. Parası çoksa cemaatin, büyük yerler tutar, büyük hizmetler yapar.  Parası az olursa parasına göre iş yapar.

          Bu hizmetlerin en güzeli radyo ve televizyon. Elhamdülillah bizim Akradyo’muz Akra, şimdi uzaydan yayın yapıyor. Uydudan, Norveç’ten Orta Asya’ya kadar çanak anteni varsa herkes dinleyebiliyor. Sesini ayarlayıp dinleyebiliyor. Biz Almanya’da dinledik. Ama herkesin müsait anteni yoksa rahat dinlesinler diye şehirlere de yansıtıcı koyuyoruz. Uzaydan bizim yayınımızı alınca şehre verince, artık normal küçük radyosu da olsa herkes dinleyebiliyor. Yani o şehirde kolaylık oluyor. Yüz otuzdan fazla yerde böylece uydudan alıp o beldede rahat dinlensin diye teşkilat da kurduk. Çok faydası oluyor. Şurada mesela bir kalabalık kardeş grubumuz var, muhabbetli bir grup var. Kaç kişi? Saysak, yüzelli kişi. Aşağıda da seksen-yüz tane hanım var. İkiyüzelli-üçyüz kişi. Ama radyo ile yüzbinlerce, milyonlarca insan dinliyor. Şimdi birisi beni gördü. ‘Selamün aleyküm, aleyküm selam’ deyince, ‘Siz Esat Hoca mısınız?’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Sesinizden tanıdım, ben sizi Akra’da her zaman dinliyorum’ dedi. Herkes dinliyor. Yani camiye gelen takım da dinliyor, gelmeyen de dinliyor. Hanım da dinliyor, bey de dinliyor. Şoför de dinliyor, atölyede işçi de dinliyor. Açıyormuş, dinliyorlarmış. Büyük hizmet.

          Televizyon büyük hizmet olabilir. Günahlardan kaçınılabilirse. Televizyon daha başka. Eskiden biz evimize radyo da sokmuyorduk. Radyo da sokmak günah filan diyorduk. Ama artık radyo solda sıfır kaldı. Şimdi televizyonlar işin içine girdi. Tabi hiç televizyon girmesin eve. Eh dinlemiyor kimse. Televizyon girmiş. O halde televizyonun girmiş olduğu  evlere hakkı hakikati anlatmak için televizyon yayınına da ihtiyaç var. Yani ilk başlatan biz olmayalım, bizim yüzümüzden kimse televizyon almasın ama almış. Açık saçık sahneleri seyredecek. Abuk sabuk sözleri dinleyecek. İtikadı, kalbi, kafası kararacak, bozulacak. O zaman ne lazım? Güzel bir yayın yapmak lazım. Müminlerin şanına yakışacak bir yayın yapmak lazım.

          Bir güzel gazete lazım. Mecmua lazım. Mektepler lazım. Salonlar lazım. Oralarda konuşacak hocalar lazım. Konuşma teşkilatları lazım, mikrofon lazım. Kapalı devre televizyon teşkilatı lazım. Bunların hepsi neyle olur? İman kuvvetiyle, gayretle, masrafla, zahmetle, çalışma ile olur. Ama sevabı çok büyüktür. Bizim dinimizde bir insan bir ağaç dikse, ağaca kuş konsa, ağacın meyvesini gagalasa, ona bile sevap oluyor. Ağaç meyvesiz olsa, mesela çam ağacı altında birisi gölgelense, ağacı diken sevap kazanıyor. İslam dininde büyük sevaplar var.

          Onun için, hiç yoktan böyle bir mekan olması güzel. Kendisi de sevimli. Alt katını, üst katını gezdik. Salonları var. Toplantıları da öğrendik. Haftanın hangi günlerinde, gecede gündüzde hangi toplantılar yapılıyor, öğrendik. Epeyce rahatlatmış buradaki kardeşlerimizi, epeyce güzel hizmetler yapılmaya başlanmış burada. Allah razı olsun. Allah feyizlerinizi, ilminizi, irfanınızı, sevabınızı, mükafatınızı bol eylesin. Ama daha güzel, daha büyük yerler de nasib eylesin.

          Tevbe

          Şimdi, kardeşlerimizden ders almak isteyenler olduğunu bildirdiler. Onun için beraberce tevbe edelim.

          “Estağfirullah (5 defa) el-azîm el-kerîm er-rahim ellezî lâ ilâhe illâ hû, el-hayy el-kayyûme ve etûbü ileyh. Allahümme ente rabbî lâ ilâhe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü eûzü bike min şerri mâ sana’tü ebû’ü leke bini’metike aleyye ve ebû’ü bizenbî fağfirlî feinnehû lâ yağfiruzzünûbe illâ ent.”
 
          Ya Rabbi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek ağzından çıkmış duasını, seyyid ül-istiğfar duasını okuyarak tevbe ettik. Bizim geçmiş günahlarımızı affeyle. Bundan sonra sana güzel kulluk yapmak istiyoruz. Bizi güzel kulluk yapmaya muvaffak eyle. Tevfikini bizlere refik eyle.

          Allah tevbe eden kullarını sever. Kur’an-ı Kerim bildiriyor. Allah sizleri de, bizleri de sevdiği kullarından eylesin.

          Yalnız tevbe etmekle bazı şeyler silinmez. Silinmeyen şeyleri de söylemem lazım. Günahlar silinir, kul hakları silinmez. Üzerinizde kul hakkı varsa, birisinin birazcık da olsa bir hakkını aldıysanız, o hakkı burada silinmiyor. Allahu Teala Hazretleri, hakkın hak sahibine verilmesini emrediyor. Hakları hak sahiplerine verip helalleşmek lazım. Kimsenin üzerimizde malını, mülkünü, parasını, borcunu, hakkını bırakmamak lazım. Böyle borcu, hakkı varsa birisinin sizin üzerinizde, onları götürüp verin, gönlünü alın, helalleşin. Böylece kul haklarından da kurtulun. Kul hakkı tek başına böyle ‘tevbe’ demekle silinmez. Sahipleriyle helalleşmek lazım. Bu bir.

          İkincisi; eğer namaz size farz olduğu zamandan bu zamana kadar bütün namazlarınızı kıldıysanız, aferin. Allah razı olsun. Allah kabul etsin. Namaz borcunuz yok. Sahib-i tertib, hiç namaz kaçırmamış. Çok güzel. Amma kaçırmışsanız, kılmadığınız namazlar kalmışsa, bunların çaresi ödenmesidir. Namaz, vaktinde kılınmazsa silinmez. İnsanın boynunda borç olarak kalır. Çaresi ödemektir. Namazı ödemek lazım. Tutmadığı orucu ödemek lazım. Farz boynuna borç kalır. Onun için bunları da düşünün. Hesaplayın, kaç sene namaz kılmamıştınız, ne kadar namaz borcunuz var, onları ödeyin. Buna kaza etmek derler. Namazı kaza etmek, orucu kaza etmek, derler. Kaza etmek, ödemek demek yani. Ödeyin bunları. Ödemezseniz ahirette çok büyük cezası vardır. Namaz kılmamanın, böyle ibadetleri vaktinde yapmamanın kaçırmanın çok büyük azabı vardır.

          Abdestli Gezin

          Devamlı abdestli gezin. Abdestli oldu mu insan, şeytan onun yanına yaklaşamaz. Tesir edemez. Muhafaza altında olur. Zırha bürünmüş gibi olur. Şeytanın, düşmanın şerrinden korunmuş olur. O bakımdan devamlı abdestli gezin.

          Tasavvufun Gayesi ve Zikir

          Ayrıca Peygamber Efendimizin hadis-i şeriflerini okuduğunuz zaman siz de görmüşsünüzdür, Efendimiz bize bazı zikirleri tavsiye ediyor. Günde şu kadar şunu zikir olarak çekin, diye tavsiye ediyor. Onlardan ben size söyleyeceğim. O zikirlerinizi de yapın. Çünkü tasavvufta gaye nedir? İnsan, Allah’ın sevdiği, razı olduğu kul olacak. Nefsini terbiye edecek. Güzel ahlaka sahip olacak. İnsan-ı kamil olacak, marifetullaha erecek. Allahın sevdiği bir kul olacak. Öyle yaşayacak. Bu nasıl olur? Bunun yolu nereden geçer? Zikirlerini yapmaktan geçer. Onun için günlük zikirlerinizi yapacaksınız. Hangi zamanda müsait oluyorsanız o zamanda yapmak hakkına sahipsiniz. Mecburi bir zamanı yok. Gününüzün istediğiniz zamanında zikirlerinizi yapın. Sabah olur mu? Olur. Öğleyin? Olabilir. Kerahet vaktinde? Olur. Akşamla yatsı arasında? Olur. Yatsıdan sonra, gece? Olur. Her zaman olur. Zikir için yasak zaman mevcut değildir. İstediğiniz zaman yapabilirsiniz.

          ‘Zikri nasıl yapalım?’ diye soracak olursanız, kıbleye doğru oturmak sevap olduğundan kıbleye doğru diz çöküp oturun. Gözlerinizi yumun. Gözünü yumdu mu insan, zikrin tesiri çoğalır. Gözü açık olduğu zaman, gözü bir yerlere takıldığından, aklı dağıldığından tesir azalır. Gözünüzü yumun, zikirlerinizi öyle yapın.

          Başlangıç olarak evvela yirmibeş defa ‘estağfirullah’ deyin. ‘Affet beni Allahım’ deyin. Yirmibeş defa ‘estağfirullah’ çekin. Sonra bir fatiha okuyun. Üç kulhüvallah, ihlas suresi okuyun. Bunların sevabını Peygamber Efendimize hediye edin. Peygamber Efendimizden bize kadar zaman boyunca yaşamış, gelmiş geçmiş evliyaullah pirlerimizin, şeyhlerimizin ruhlarına hediye edin. Bu hediyeleri melekler onlara iletirler. Onlar da bize mukabele ederler.

          Tefekkür Çok Sevaplı Bir İbadettir

          Gözünüz kapalı biraz tefekkür edeceksiniz. Tefekkür etmek çok sevaplı bir ibadettir. Tefekkürün sevabı kadar sevaplı bir ibadet olmadığından, çok sevaplı olduğundan, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki; “Lâ ibâdete kettefekkür”, “Tefekkür gibi kıymetli ibadet olmaz.” Gözünüz kapalı tefekkür edeceksiniz.

          Rabıta-i Mevt

          Hangi konularda tefekkür edelim? Bir; ilk önce bu dünyanın fani olduğunu, bir gün gelip ahirete göçeceğinizi, namazınızı kılıp sizi götürüp kabre koyacaklarını, kabirde melekelerin gelip sorgu sual edeceğini, kıyamet kopuncaya kadar kabirde kalacağınızı düşünün. İnsanın kabri, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olur. Kabirde azap olabilir. Veya kabirde, insan iyi ameller işlemişse rahat eder, kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Sonra kıyamet koptuğunu düşüneceksiniz. Kabirden sonra kıyameti düşüneceksiniz. Mahşer yerini düşüneceksiniz. Mahkeme-i kübrâyı düşüneceksiniz. Sevapların günahların tartıldığını düşüneceksiniz. İyilerin sıratı geçip cennete varıp nasıl bahtiyar olduğunu düşüneceksiniz. Kötülerin de cehenneme atılıp nasıl azaplara uğradığını, cayır cayır yandığını, böyle düşüneceksiniz. İşte bunlara, bütün bunları düşünmeye ölümü düşünmek, rabıta-i mevt yapmak deniliyor. Bir; bunu düşünün. Beş-on dakika böyle bunlar üzerinde düşünün.

          Rabıta-i Mürşid

          İkincisi; rabıta-i mürşittir. Düşüneceğiniz şeylerden ikincisi, zikrullahı biz hocalarımızla oturmuşuz, siz de karşımızdasınız, güzel mübarek bir yerde yapıyoruz diye, böyle hayal edeceksiniz, gözünüze getireceksiniz. Gönlünüzü gönlümüze bağlayıp gelecek olan feyz-i ilahiye muntazır olacaksınız. İnsan şeyhini, mürşid-i kamillerini göz önüne getirince, böyle kendisine bu bağlantıdan çok feyizler gelir. İçi dışı nurlanır, yaptığı ibadetin tadını duyar, faidesini görür. Sonunda Allah nasib ederse, Peygamber Efendimizi görecek hale gelir. Ben böyle bazı güzel kağıtları dosyalattırıyorum kardeşlerime. Neler maşallah görüyorlar, böyle güzel güzel şeyler gören kardeşlerimiz var. Demek ki çalışınca güzel durumlara ulaşabilir insan. Buna da biz rabıta-i mürşit diyoruz. Rabıta-i mevt, ölümü ve ahireti düşünmek, rabıta-i mürşit, dervişin şeyhini düşünmesi.

          Rabıta-i Huzur

          Üçüncü düşüneceğiniz şey de, Allah’ın huzurunda olduğunuzu düşünmek. Biliyorsunuz biz Allah’ı göremeyiz. Gözler O’nu göremez. “Lâ tüdrikühül ebsâr”, gözler O’nu göremez. “Ve hüve yüdrikül ebsâr”, O gözleri de her şeyi görür, her yerde hâzır ve nâzır da biz göremeyiz. “Leyse kemislihi şey’ün” Hiç onun gibi bir şey yok. Yani ‘şuna benziyor’ diyemezsiniz. Allah’ı böylece, bilemeyiz ama gözümüzü kapattığımız zaman hissedeceğiz ki Allah bizi görüyor. Biz Allah’ın huzurundayız. O her yerde hâzır ve nâzırdır. İçimizden geçeni biliyor, duamızı duyuyor, sözümüzü işitiyor. Diyeceğiz ki, “Ya Rabbi yeri göğü yaratan, alemlerin rabbi Sen’sin. Bana rızkımı gönderen, bana hayat veren Sen’sin, beni yaşatan Sen’sin. Ölünce ben Sen’in huzuruna geleceğim, ben Sen’in kulunum. Ben sana güzel kulluk yapmak istiyorum. Bana yardım eyle, tevfikini refik eyle. Nefsimi yenmeyi nasib eyle. Şeytandan koru. Her şerliden koru. Beni de sevdiğin kullarının arasına kabul eyle”, diye dua edeceğiz. Buna da rabıta-i huzur diyoruz. Niye huzur deniliyor? Allah’ın huzurunda olduğunu hatırlatıyor da ondan. Allah’ın kendisini gördüğünü, kendisinin Allah’ın huzurunda olduğunu hatırlatıyor.

          Bir; ölümü düşünecek, ahireti düşünecek. İki; şeyhini, mürşidini düşünecek. Üç; Allah’ın huzurunda olduğunu, Allah’ın kendisini gördüğünü düşünecek. Bunları düşündükten sonra tabi güzel bir hale gelir insan. Bu düşüncelerden sonra kalbi yumuşar, içi dışı nurlanır, feyizle dolar. O zaman zikirlerinizi yapmaya başlayacaksınız.

          Zikir

          Bu zikirleri Peygamber Efendimiz hadisi şeriflerinde tavsiye buyurmuşlar. Evvela, yüz defa ‘estağfirullah’ diyeceksiniz. Ne demek? Ya Rabbi benim işlediğim günahlarım var, bunları afv u mağfiret eyle, senden affımı istiyorum, demek.

          İkincisi; yüz defa ‘lâilâhe illallah’ diyeceksiniz. Bu ne demek? Ya Rabbi ben Sen’in varlığını, birliğini hissediyorum, anladım, biliyorum, inandım. Sen’den başka mabud yok, ilah yok, sadece Sen varsın, Sen’in varlığını birliğini candan kabul ediyorum, demek oluyor.

          Sonra? Bin defa ‘Allah’ diye zikir yapacaksınız. Lafza-i celâl derler Allah sözüne. ‘Allah Allah’ diyeceksiniz. ‘Allah Allah’ derken bir mühim iş vardır. Her yüz defa ‘Allah Allah Allah’ deyince durulacak, “İlâhî ente maksûdi ve ridâke matlûbî” denilecek. Bu ne demek? Ya Rabbi benim maksudum Sen’sin, muradım Sen’sin. Ben Sen’in rızanı kazanmak istiyorum. Bu çok mühim bir sözdür. Hadis-i kudsîden alınmadır. O bakımdan yine Allah’ın bize öğrettiği bir manadır bu. Bunu da diyeceksiniz; “İlâhî ente maksûdi ve ridâke matlûbî”

          Salât ü Selam

          Böyle bin defa da ‘Allah Allah’ dedikten sonra, yüz defa salavat-ı şerife, Peygamber Efendimize salât ü selam getireceksiniz. Hangi salât ü selamı söyleseniz olur. Salât ü selamların binlerce çeşidi vardır. En kısası “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sellim.” Veya “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed” de. Tabi “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed” dersen sadece Peygamber Efendimize dua etmiş olursun. “Ve âlihî” dersen Peygamber Efendimizin âline dua etmiş olursun. “ve âlihî ve sahbihî” dersen ashabına da dua etmiş oluyorsun. Ama “âlihî” sözü, ashabını ve bütün müslümanları, müttaki kulları ifade ediyor, diyor alimler. “Âlî küllü tekıyyin”, her takva ehli sahibi insan, benim ‘âl’im sayılır, diye hadis rivayet olunmuştur kitaplarda. Hangi salavat ile salât ü selam getirirseniz caizdir, olur, kabuldür, sevaptır.

          İhlas Suresi

          Sonra sonuncu olarak da, yüz defa ‘kulhüvallahu ehad’ı okuyacaksınız. Kulhüvallahu ehad, çok mühim bir suredir. Manası çok derindir. Sevabı çok fazladır. Küçücük bir sure, bir kulhüvallah okursa insan, Kur’an-ı Kerim’in üçte birini okumuş gibi Allah sevap verir. Çok sevap veriyor. Neden? Hadis var bu hususta, manası çok derin de onun için. Yüz defa da ‘kulhüvallah’ı okuyacaksınız.

          Dua İbadettir

          Şimdi, ne zikirleri yapacakmışız? Yüz ‘estağfirullah’, yüz ‘lâilâhe illallah’, bin ‘Allah Allah’ (ama her yüz defasında “ilâhî ente maksûdî ve ridâke matlûbî” denilecek), yüz salavat-ı şerife, yüz ‘kulhüvallahu ehad’. Bunları çekip bitirdikten sonra elinizi açıp Allah’a yalvarın, dua edin. Tazarru ve niyaz eyleyin. Kendinize, geçmişlerinize, yakınlarınıza, sevdiklerinize dua edin. Dünyanız, ahiretiniz için her şeyi isteyebilirsiniz. Bizi de duadan unutmayın. Dua ibadettir. Yani dua yaptığı zaman insan, Allah dua edeni seviyor. Allah dua etmeyene gazap eder. “Men lem yed’ullâhe gaddaballâhu aleyhi” , dua etmeyene kızar Allah. Hani acaba insanın aklına gelir mi? “Çok mu istedim, ayıp mı olur, küçük ufak tefek şeyleri istemesem mi? Allah dua ediyorum diye acaba çok isteyince kızar mı?” Hayır. Allah dua edeni sever. Bütün ana babanızı, sevdiklerinizi duadan unutmayın. Bizi de duadan unutmayın.

  (…)

 

Edirne Mimar Sinan Vakfı

Takip Edin...

Haber & Duyuru

Sohbetler

Soru & Cevap

Sohbet Takvimi